Sağlık

Antibiyotik direnci: Modern tıbbın iklim krizi

İZMİR – Geçmişten günümüze bulaşıcı hastalıkların tedavisinde kullanılarak milyonlarca insanın hayatını kurtaran antibiyotiklerin yaygın ve bilinçsiz kullanımının, hastalığa neden olan bakterilerin zamanla bu ilaçlara karşı direnç kazanmasına neden olduğu belirtiliyor. Direnç kazanmış üstün mikropların doğrudan neden olduğu enfeksiyonlar nedeniyle günümüzde milyonlarca hasta hayatını kaybetmektedir. Ayrıca tarımda istenmeyen böcek, bitki ve çeşitli mikroorganizmaları yok etmek için kullanılan antibiyotiklerin bakterilerde direnç gelişimine katkı sağladığı söylenmektedir.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çet Seçilmen ile antibiyotik ve antibiyotik direncini konuştuk.

‘ANTİBİYOTİK DİRENÇ KÜRESEL TEHDİT’

Son zamanlarda dünya basınında antibiyotiklere dirençli bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların arttığına ve küresel bir tehdit oluşturduğuna dair birçok haber yer almaktadır. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Günümüzde kullanılan antibiyotiklere dirençli bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar, küresel olarak artan bir tehdit haline gelmiştir. Şöyle ki, saygın bir tıp dergisi olan Lancet’te Ocak 2022’de yayınlanan bir makalede, kelimenin konusu haline gelen muhteşem mikropların 2019 yılında tüm dünyada toplam 4.95 milyon insanın ölümüne neden olduğu bildirildi. Bunların 1,27 milyonu doğrudan dirençli bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar nedeniyle hayatını kaybedenlerle ilgilidir. Bu sonuçlara bakılırsa, binlerce insanın antibiyotiklere dirençli bakteriyel enfeksiyonlardan ölmediği bir gün bile geçmiyor.

Aktif olarak bulaşıcı hastalıkları tedavi ederek milyonlarca hayatı kurtaran antibiyotiklerin keşfi tıpta bir dönüm noktası oldu. Ancak antibiyotiklerin yaygın ve yüzeysel kullanımı, hastalık yapan bakterilerin zamanla bu ilaçlara karşı direnç kazanmasına neden olmuştur.

Antibiyotik direncinin nedenleri nelerdir?

Direnç gelişimi evrimsel bir olaydır. Bakterilerde antibiyotik direncinin gelişmesine katkıda bulunan en değerli faktörlerden biri, bu ilaçların dikkatsizce kullanılmasıdır. Çalışmalar, antibiyotik kullanımı ve dirençli bakteri suşlarının ortaya çıkması arasında doğrudan bir ilgi olduğunu göstermiştir. Bakterilerde direnç, mutasyon yoluyla doğal olarak oluşabileceği gibi, direnç gelişimine neden olan genler, ilgili çeşitlerin ortasında birbirine aktarılabilir. Öte yandan antibiyotik uygulamaları sonucunda ilaca duyarlı bakteriler yok olur, dirençli olanlar ise bölünerek çoğalmaya devam eder. Böylece antibiyotikler aracılığıyla bir seçim yapılmış olur. Bu doğal seçilim değil, daha çok Antroposen’e (Sanayi Devrimi’nden sonra insan zekasının şekillendirdiği bir dünya çağı) yakışır şekilde insan yapımı bir seçilim baskısıdır. Günümüzde antibiyotikler, aşırı kullanım uyarılarına rağmen tüm dünyada yüzeysel olarak reçete edilmektedir. Örneğin üst solunum yolu enfeksiyonlarının yaklaşık yüzde sekseninin virüslerden kaynaklandığı bilinmektedir. Sadece bakteriyel enfeksiyonlarda etkili olduğu bilinmesine rağmen virüslerin neden olduğu bu enfeksiyonlarda da antibiyotik kullanılmaktadır. Bu ve benzeri yanlış uygulamalar direnç gelişimine de katkı sağlar.

Antibiyotiklerin tarımsal amaçlı kullanımı da var. Zararlıları yok etmek için çeşitli antibiyotikler ve kimyasallar kullanılır. Bu uygulamalar aynı zamanda antibiyotik direnci gelişimine de yol açar mı?

Tarımsal kullanım bu sorunun değerli bir modülüdür. Tüm dünyadaki gıda ve tarım sistemi muazzam ölçekte gıda üretiyor. Ancak bunun çok büyük bir bedeli var. Yani, büyük ölçekte gıda üretimi, tarımsal alanlarda muazzam miktarda gübre ile birlikte istenmeyen böcekleri, bitkileri ve çeşitli mikroorganizmaları yok etmek için çeşitli böcek ilaçları, herbisitler ve antibiyotikler gibi kimyasalların kullanılmasını gerektirir. Çiftlik hayvanlarında kullanılan antibiyotikler sadece hastalıkları tedavi etmek için değil, büyümeyi hızlandırmak ve artırmak için de kullanılıyor. Bu şekilde etrafa ve bu hayvanların etlerine yayılan antibiyotik kalıntıları bakterilerde direnç gelişmesine neden olabiliyor.

Çiftlik hayvanlarında kullanılan antibiyotikler, insanlar tarafından bu hayvanların etleri yenerek alınır. Yapılan araştırmalarda hem çiftlik hayvanlarının hem de çiftçilerin bağırsak florasında birçok antibiyotiğe direnç geliştirmiş çeşitli bakteriler tespit edilmiştir. Bu nedenle, bu bakteriler insanlarda değerli sıkıntılara neden olabilecek enfeksiyonlara da neden olabilir.

prof. Dr. Mehmet Çet Seçildi


Bu noktada çevresel bir tehdit midir?

Evet, tam olarak söylemek istediğim şey bu. Bu ilaçların tarımsal kullanımı da çevresel mikrobiyomu etkiler. Çiftlik hayvanlarına verilen antibiyotiklerin neredeyse tamamı idrar ve dışkı ile atılır ve daha sonra gübre, yeraltı suları ve akıntı yoluyla dağılır. Günümüzde hala insanlarda bazı enfeksiyonların tedavisinde kullanılan tetrasiklin ve streptomisin gibi bazı antibiyotikler pestisit olarak meyve ağaçlarına püskürtülmektedir. Bu uygulama, ortamdaki bazı mikroorganizmaların çoğalmasını engellerken, bazılarının dirençli hale gelmesine ve çoğalmasına neden olur.

Amerikan Çevre Koruma Ajansı, Ocak 2021’de insanlarda tüberküloz pandemisine karşı kullanılan bir antibiyotik olan streptomisin’in 5 milyon dönüme kadar narenciye bahçelerinde kullanılmasını onayladığını bildirdi. Bu habere göre Amerika Birleşik Devletleri, tıbbi değeri olan bir antibiyotiğin bitki tarımında bugüne kadarki en büyük kullanımına izin verdi.

Ayrıca, hijyenik veya sıhhi amaçlarla satılan antibakteriyel ürünler, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde çevresel mikrobiyal ajanlara karşı bağışıklık gelişimini sınırlayarak bu soruna katkıda bulunabilir; bu da, normalde bağışıklığı baskılanmış bireylerde hastalığa neden olmayan fırsatçı mikropları, ölüme neden olmak

‘POSTABİYOTİK DÖNEMDEYİZ’

Antibiyotik direncinin sonuçları nelerdir? İlaçların yetersiz kaldığı mikrobiyal bulaşıcı hastalıklara karşı daha savunmasız olabilir miyiz?

Günümüzde antibiyotik direnci küresel bir gerçektir ve artan direnç karşısında etkili olabilecek yeni antibiyotiklerin bulunmaması, bakteriyel enfeksiyon hastalıklarına karşı ilaçların yetersiz kaldığı tehlikeli bir post-antibiyotik dönemde olduğumuzu göstermektedir. Bu durum, çağdaş tıbbın kişisel olarak insan yapımı iklim krizi olarak değerlendirilmelidir. 2050 yılına kadar 10 milyon insanın antibiyotiklere dirençli bakterilerin neden olduğu tedavi edilemeyen enfeksiyonlardan öleceği tahmin ediliyor. Bu sayı, Covid 19 pandemisi nedeniyle üç yılda kaydedilen toplam ölümlerin çok üzerinde.

Antibiyotik öncesi dönemde bile doğal yaşam alanlarındaki bakterilerin insan faaliyetlerinden bağımsız direnç genleri barındırdığı bilinmesine rağmen antropojenik aktivitenin çevrede antibiyotik direnci kazanmış bakteri suşlarının yaygınlığını arttırdığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak antimikrobiyal direnç sorununun nedenlerini sadece bu ilaçların klinik kullanımındaki yanlışlıklarda aramak sorunun analizine katkı sağlamaz. Doğal topluluklarda antibiyotik direncinin evrimsel dinamikleri araştırılmalıdır. Bunu anlamak, sorunun insan sağlığı ve gıda üretimi açısından gerçek bir değerlendirmesi için değerlidir. Bu nedenle bakterilerde direnç kazanmış genlerin ve ilaçların insan, hayvan ve çevrenin ortasında hareket ettiği düşünülürse sorun eko-evrimci bir bakış açısıyla ele alınmalıdır.

“ANTİBİYOTİK ÜRETEN MİKROPLARIN VARLIĞI BİNLERCE YIL ÖNCE FARK EDİLDİ”

Antibiyotiklerin tarihsel gelişimine baktığımızda ilk ne zaman ortaya çıktıkları anlaşılıyor?

Antibiyotik terimi, tüberküloza karşı etkili ilk antibiyotik olan streptomisin’i keşfeden ve 1952’de Nobel Ödülü’ne layık görülen Selman Waksman tarafından “bir mikrop tarafından üretilen ve diğer mikropların çoğalmasını engelleyici özelliklere sahip herhangi bir küçük molekül” olarak tanımlanmıştır. “. Aslında Çin, Sırbistan ve Mısır’da antibiyotik üreten mikropların varlığı binlerce yıl önce fark edildi, çünkü bu mikroorganizmaların açık yaraların tedavisinde kullanıldığına dair kayıtlar var. Bu amaçla, küflü ekmek yaraların üzerine sarıldı. MÖ 1500 yılına tarihlenen bir Eber papirüsü, bu konuda bilinen en eski belgedir.

‘ALEXANDER FLEMING PENİSİLAYI KEŞFETTİ’

Periyodik olarak incelediğimizde modern antibiyotik çağı ne zaman başlıyor?

Aslında modern antibiyotik çağı, 1928’de Alexander Fleming’in penisilini keşfetmesiyle başladı. Bu tamamen tesadüfi bir keşifti. Fleming tatildeyken laboratuvarında bakteri yetiştirmek için kullandığı petri kaplarını yıkamayı unuttu. Dönüşünde tatil döneminde laboratuvarında kirli kalmış petri kaplarını topladığında, yer yer oluşan küfün çevresinde Staphylococcus bakterisinin üreyemediğini fark etti. Daha sonra penisilin adını alacak olan bu antibiyotik, “Penicillium notatum” adlı küfün bir ürünüydü ve bakteriler üzerinde öldürücü etkisi vardı. Bu keşif daha sonra Fleming’e 1945’te penisilinin klinik önemini gösteren Howard Florey ve Ernst Chain ile birlikte Nobel Ödülü kazandırdı.

Yirminci yüzyıldaki birçok bilimsel keşif gibi, penisilinin de savaşta kullanılmak üzere geliştirildiği düşünülüyordu. Dönemin Birleşik Devletler hükümet yetkilileri, yaralı askerleri kurtarabilecek bir ilacın savaşı kazanmaya yardımcı olabileceğine ikna olmuşlardı. Bunun üzerine çeşitli ilaç şirketlerine penisilinin seri üretimine yönelik teknikler geliştirmeleri için mali destek verildi. Bu çok iyi bir karardı. Şöyle ki, 1942’nin sonlarına doğru penisilinin savaş alanına girmesiyle, İkinci Dünya Savaşı’nda cephede enfeksiyon nedeniyle yaralanan Amerikan askerlerinin ampütasyon ve ölüm oranlarında büyük bir düşüş oldu.

Penisilin genel kullanıma ne zaman girdi?

İkinci Dünya Savaşı sonrasıdır. Penisilinin etkilerini anlamak açısından, savaş alanı ilaç endüstrisi için harika bir laboratuvar haline geldi. Amerikan askerleri bir anlamda özne olarak kullanıldı. Burada elde edilen sonuçlar son derece tatmin ediciydi. İnsan sağlığında yeni bir çağın başlangıcı olarak, penisilinin keşfi ve ardından diğer antibiyotiklerin geliştirilmesi, modern tıpta devrim yaratarak dünya çapında yüz milyonlarca hayat kurtardı. Günümüzde kullanılan birçok antibiyotik küme ilacı 1940’ların ortalarında geliştirildi ve bu dönem “antibiyotik altın çağı” olarak adlandırıldı. Bulaşıcı hastalıkların artık kısa sürede yönetilebilir bir halk sağlığı sorunu olduğu düşünülüyordu. İnsanlığın kaderi üzerindeki etkileri göz önüne alındığında, ‘tıbbi bir mucize’ olarak kabul edildi. Ayrıca, örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işlenmiş gıdaların raf ömrünü uzatmak ve çiftlik hayvanlarının büyümesini hızlandırmak için antibiyotiklerin terapötik olmayan uygulamaları da başladı.

Antibiyotikler öyle bir inanış oluşturmuştu ki 1970 yılına gelindiğinde ABD’de bazı sağlık otoriteleri “bulaşıcı hastalıkların kitabı kapandı. Bundan sonra artık milli kaynakları kanser, kalp hastalığı gibi kronik sorunlara kaydırmanın zamanı geldi” dedi. Ancak biyolojik olayları değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken bir şey vardı: “Son söz her zaman doğadır.”

Bu sözle ne demek istedin?

İnsanın yıkıcı faaliyetleri karşısında doğanın intikamını kastediyorum. İnsanlık, penisilinlerin keşfiyle doğaya karşı bir zafer daha kazandığını düşündü. Ancak bir sorun ortaya çıktı: Daha önce etkili bir şekilde tedavi edilebilen bazı bakteriyel enfeksiyonlar, tıpkı antibiyotiklerin kullanıldığı gibi, bakterilerde direnç geliştiği için artık tedavi edilemiyordu.

Aslında, penisilinin keşfinden sadece birkaç yıl sonra, Alexander Fleming 1945’te “halk [daha fazla uyuşturucu] talep edecek ve işte o zaman uyuşturucu kullanımı çağı başlayacak (uyuşturucuların gereksiz yere veya gereksiz yere kullanılması veya kullanılması)” uyarısında bulundu. terapötik kullanım)”. Böylece dikkatsiz ve aşırı antibiyotik kullanımının ilk alarmını vermiş oldu. Gerçekten de, antibiyotik direnci 1950’lerde dünya çapında bir sorun haline geldi. Daha sonra geliştirilen antibiyotikler, bazı enfeksiyonlar üzerindeki etkisini hızla yitirdi ve önceki on yılda sağlanan ilerlemelerin değerli bir kısmı boşa gitti. Buna rağmen yeni antibiyotikler geliştirilip kullanıldı ve bu inanış devam etti. Ne yazık ki ilk antibiyotiklerin keşfinden onlarca yıl sonra, günümüzde şu anda geliştirilen antibiyotiklerin neredeyse tamamına karşı direnç gelişmesi söz konusu. Her gün binlerce ölüme neden oluyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

-
Başa dön tuşu